20 Aralık 2015 Pazar

Oreolu Kek

Pazar miskinliğine, pazartesi sendromuna, çarşamba telaşına, cuma mutluluğuna kısaca tüm hafta tüm hissiyatınıza yanında bi ajda bardakta demleme çay/bi fincan bol sütlü kahve ile adeta bir kanka gibi size eşlik edebilecek bir tarif bu. İşte huzurlarınızda oreolu (gavur negrosu:) )kek;

Malzemeler;

  • 2 yumurta
  • 1 çay bardağı sıvıyağ
  • 1 su bardağı süt
  • 3/4 su bardağı şeker
  • 1 paket vanilin
  • 1 paket kakao (25 gr'lık)
  • 1 paket kabartma tozu
  • 2 su bardağı un
  • Dilediğiniz kadar oreo
Yapılışı bildiğiniz kek işte, sıralama aynı şeker, yumurta ardından süt, sıvıyağ ve en son kuru malzemeler. Kek kalıbını yağlayıp karşımı boca ediyor ve üzerine dilediğiniz kadar oreo kırpıyorsunuz.

Afiyet olsun.. 





18 Aralık 2015 Cuma

Kış Salatası

Kışın ne güzel sebzeler var; rengarenk. Tıpkı yaz aylarının meyveleri gibi. Yani doğanın dengesi bize der ki; yazın meyve ağırlıklı beslen ki enerjik ol, kışın sebze ağırlıklı beslen ki hasta olma :) oysa ki biz kışın ortasında bile karpuz bulur duruma geldik. Ama artık ne yazın tadı var karpuzun ne kışın. Nerede o eski karpuzlar, portakallar, çilekler. Organik adı altında satılanlar yaklaşamıyorlar bile o tada, o kokuya. Kokusu olsa bile, tadı bir hayal kırıklığı. Örneğin salkım domates diye satılan bir domates türü var, elinize alıp kokladığınızda evet o çocukluğumuzdaki kokudan bir şeyler anımsatıyor ama ağzınıza bir dilim attığınızda tatsız tuzsuz bir doku oluyor sadece.

Neyse bu konu apayrı bir post konusu diyerek lafı fazla uzatmadan kış salatasının tarifine geçiyorum. Kilonuza dikkat etmek istediğiniz dönemlerde tek başına bir akşam yemeği olarak bile tüketebileceğiniz bu enfes salatanın içinde yok yok, kışın tüm renkleri burada.

Malzemeler;
  • Brokoli
  • Karnabahar
  • Patates
  • Mor havuç
  • Havuç
  • Pancar
  • Kapya biber
  • Yeşil soğan
  • Dereotu
Sosu için; 
  • 1 diş sarımsak
  • Zeytinyağı
  • Limon
  • Tuz


Miktar belirtmedim, tüm malzemelerin miktarını damak tadınıza göre arttırıp azaltabilirsiniz. Kapya biber, dereotu ve yeşil soğan hariç tüm malzemeleri ayrı ayrı haşlayarak sos ile bütünleştiriyor ve afiyetle yiyorsunuz :)

Hastalıksız bir kış dilerim..

10 Aralık 2015 Perşembe

Yılbaşı Tavuğu veya Tavuk Dolma

Yılbaşı tavuğu da neyin nesi? Hindi değil miydi o? diye sorabilirsiniz, hemen cevap vereyim.
1- Aramızda hindi eti sevmeyen olabilir, benim gibi
2- Hindiler oldukça büyük oluyor, az kişi ile bir kutlama yapacaksanız, yemeğinizin ziyan olmaması için tavukların boyutları daha ideal oluyor.


Öncelikle fotoğraf çok eski ve hiç estetik değil, bu yıl yenisini yaparsak görsel değişimi yapacağım, yılbaşı öncesi kendim ve yapmak isteyenler için tarif şuracıkta dursun diye paylaşıyorum, 2-3 haftacık idare edin :)

Malzemeler;

- 1 bütün tavuk
-1 su bardağı pirinç
-1/2 su bardağı zeytin yağı
- 1 küçük kuru soğan
-2 yemek kaşığı kuş üzümü
-2 yemek kaşığı çam fıstığı
- 1 tutam maydanoz
-Tarçın
- 1 adet kesme şeker
- Tuz
-Yenibahar
-Karabibiber

Zeytinyağını tavaya alın,  soğanı ve çam fıstıklarını ekleyin ve fıstıkların rengi pembeleşene kadar kavurun. Ardından pirinçleri ekleyin, birkaç dakika daha kavurun, kuş üzümlerini ve baharatları da ekledikten sonra 1 su bardağı su ile pişirin. Ocaktan aldıktan sonra ince kıyılmış maydanozları ekleyerek soğumaya bırakın. Bu arada tavuğu içini doldurmak için hazırlamanız gerekiyor, ayak kısımları var ya, hani but diye satılan bölümün ucu oluyor, hah işte oradaki deri kısımlarına bıçakla birer çizik atın ki içini doldurduktan sonra oralardan düğüm yapalım, dolmamız açılıp içi dökülmesin :) Tavuğumuz dolmaya hazırsa ılıyan iç harç ile doldurun ve çizik attığımız yerden butları çapraz olarak birleştirin. 200 derecede ısıtılmış fırında yaklaşık 2 saat pişirin.

Üzeri nar gibi kızarsın diye tavuğun tepsiye sızan suyunu arada bir üzerine süren, tereyağı takviyesi yapan, limon suyu-tuz-şeker ile terbiye yapıp fırına vermeden üzerine sürenler oluyor ama ben gerek duymadım. Takviye bir şey yapmasanız da kendiliğinden kızarıyor zaten. 

İç pilavı malzemelerini damak tadınıza göre değiştirebilirsiniz veya tamamen farklı bir pilav ile kombinleyebilirsiniz, mesela tam da mevsimi olan kestaneli pilav ile.

Afiyetler ola :) 




6 Aralık 2015 Pazar

Oğluma Mektup

Sevgili Met,

Maalesef sana günümüzün mikemmel biloggır anneleri gibi duygu yüklü bir mektup yazamayacağım. En azından şimdilik. Belki ileride. Zaman ne getirir bilemeyiz, belki sen değişirsin, belki ben değişirim, belki şartlar değişir, işte o zaman yeni bir mektup yazarız. Hatta belki sen de bana cevap yazarsın :)

Neyse konumuza dönecek olursak sana bu mektubu yazmaktaki maksadım, şu anki durumu daha net anlamanı sağlamak, yaşam şartlarımızın bende yarattığı tahribatı görüp ileride başına gelebileceklerden ürküp, kendini toparlaman için sana son bir uyarıda bulunmak. Zira seninle ilgili çok hain planlar yapmaya başladım.

Canım oğlum, zaman bazı insanlara su gibi akıp geçerken bana bir gün dört gün gibi geçiyor. Sabah kalkıyoruz ( aslında sana göre sabah, pratikte insanlık hala geceyi yaşıyor ) altını değiştiriyorum, oyun oynuyoruz, kahvaltı yapıyoruz, yumurta ve peynire bulanan kıyafetlerini değiştiriyorum, uykun geliyor, uyutmaya çalışıyorum, olmuyor, küsüyorum, sonra yine deniyorum, azcık kavga ediyoruz, sonra kalkıp yine oynuyoruz, yine altını değiştiriyorum, sütünü içiriyorum, seni yıkıyorum, artık biraz gevşediğini düşünerek tekrar uyutmaya çalışıyorum, yine olmuyor, başaramıyorum, altını değiştiriyorum, yürüşüye çıkıyoruz, eve dönüyoruz, oyun oynuyoruz, sonra bir hevesle 'babamızın gelmesine kaç saat kalmış acaba?' diye bakıyorum ki o da ne'si? bu saat geri mi kalmış? bir de telefonumuza bakalım. 11 mi? hönnnkkk?!?!?!! yok artık! biz saatlerdir ayaktayız, daha babamızın (pedagoglar babamız diye hitap edilmesini onaylamasa da, o bizim evimizin babası işte) gelmesine, 8,5 saat mi var? :( Bence uyuyalım diyorum, tatlım gel uyuyalım diyorum. Başka türlü akşam olmaz diyorum. Tek çare uyumak diyorum. Hayır, uykun olmasa uyumayalım ama uykun da var yani en mantıklı çözüm bu. Gel devrilip yatalım ana-oğul diyorum. Ama yok. Uykuya gerek görmüyorsun. Neyse oğlum, bir şekilde akşam ediyoruz. Sonra ertesi gün oluyor, yine akşam oluyor. Sonraki gün de, o hafta da, o ay da geçiyor. Zor da olsa zaman gelip geçiyor.

Şimdi olduğu gibi gelmeye, geçmeye, akmaya devam edecek zaman.

Sonra evladım, bir bakacağız sen gelmişsin 28 yaşına :) (Neden mi 28? Sen doğduğunda ben 28 yaşımdaydım, o yüzden 28'i seçtim. Bu konuda daha fazla açıklama yapma gereği duymuyorum tatlım.) Tabi okul bitmiş olacak, iş hayatı başlamış olacak. Mesailer, trafikler, iş çıkışı arkadaşlarla bir şeyler yemeler içmeler derken yorgun argın eve geleceksin. Bana iyi geceler öpücüğünü verip, kendini yatağa atacaksın ve saniyeler içinde sızacaksın. İşte benim yıllarca sabırla  beklediğim o gün, o an gelmiş olacak. Hihoha!!! :) Saatleri saymaya başlayacağım, gecenin ikisi olduğunda sessizce başına gelip, aniden zırıl zırıl zırlamaya başlayacağım. Yatağından panikle fırlayıp, kabus mı gerçek mi anlamaya çalışırken, bir taraftan da derdimi anlamaya çalışacaksın. Sorular soracaksın, derdim nedir çözemeyeceksin. Panik olacaksın. Sırtından soğuk terler boşalacak. Mutfağa gidip su getireceksin, içmeyeceğim. Neyin var diyeceksin, söylemeyeceğim. Gel bi hava alalım diyeceksin, gözyaşlarıma gaz vereceğim. Sonra aniden susup yatağıma gideceğim. Sen ne olduğunu anlamaya çalışacak kadar bile enerjiden yoksun halde uykuya dalmışken, 15 dakika sonra yine başında dikileceğim. Aynı senaryo ile. 45 dakika sonra yine aynı kabus. 27 dakika sonra yine başında biteceğim. Böyle böyle sabahı sabah edeceğiz. 5 gibi de 'hadi kalk karnım acıktı, bi tost yap da yiyelim' diyeceğim. 'Şaka mısın yahu?!? bi git başımdan' dediğinde, hayır gerçeğim, annenim, kalk çabuk tostumu yap ama önce çayı koy da o arada demlensin' diyeceğim. Sonra hayırlı bir evlat olarak kalkıp, tostumu çayımı hazırlayıp, yorgun-argın-uykusuz üçlemesi ile işe gideceksin. Tıpkı baban gibi..

Şaka şaka :) yaa ciddi mi sandın? Ben sana kıyar mıyım mavişim benim (kalp kalp kalp) :) Ben senin sağlıkla o yaşa geldiğini, mutlu, keyifli bi hayatın olduğunu dünya gözüyle göreyim, intikam mintikam istemem. Üzüldüğünü görmek ister miyim, dayanabilir miyim? Ne sanıyorsun beni? diyerek burada sözü İbrahim Tatlıses'e bırakıyorum.



bi' el atabilir misiniz şu bebeye lütfen?

Bazı geceler, gecenin üçünde, beşinde bazen ikisinde bazen de altısında ( evet altısında hava hala karanlık oluyor ve hava karanlıksa benim için gece devam ediyordur. ) çok şey hissediyorum. Böyle bi 'şey' işte..

Evet yani, ben bazı geceler sanki hayatımın üzerine limon sıkılmış, onun üstüne reçel boca edilmiş, onun üstüne pilav dökülmüş, onun üstüne nar ekşisi fışkırtılmış, onun üstüne baklava eklenmiş, onun üstüne yumurta kırılmış, onun üstüne tarçın serpilmiş, onun üstüne künefe döşenmiş, onun üstüne maydanoz doğranmış, onun üstüne brownie parçalanmış, onun üstüne peynir serpilmiş, onun üstüne mercimek çorbası dökülmüş, en üstü de sarımsaklı mayonez ve karamel sos ile bir adet vişne tanesi eşliğinde süslemesi tamamlanmış gibi hissediyorum. Evet vallahi aynen böyle hissediyorum. Aşçı olmanıza gerek yok, mazinizde az biraz mutfağa girmişliğiniz, iki yumurta kırmışlığınız var ise ne durumda olduğumu anlamışsınızdır.

Öyle anlamsız, öyle karmaşık, öyle garip, öyle beter, öyle bıkkın, öyle sıkkın, öyle dargın, öyle bitmiş, öyle tükenmiş, öyle 'adam sen de'ci, öyle 'kaptan müsait bi yerde'ci, aynen öyle hissediyorum.

Biraz daha açık konuşmak gerekirse -ki genelde gerekmez- evden prima almaya diye çıkıp, bulduğum ilk köşede kıvrılıp birkaç ay uyuduktan sonra eve dönmek istersin ya, hah işte tam da öyle. O da olmazsa geceleri elime trampet alıp, uyuyan herkesin başında 'dandandandandan' diye çalmak suretiyle, herkesi yatağından fırlatmak istiyorum.

Yani diyeceğim o ki, ya gelin bi el atın şu yanda gördüğünüz bebeye, bi uyutun şunu, bi uyuyalım biz de insan gibi ya da siz de uyumayın yahu lütfen. Hep birlikte uyumazsak belki bu uykusuzluk denen meret daha çekilir bir hal alır, ne dersiniz?


Ali Mete'nin Mekanı

Hamileliğimin 16. Haftasında bir oğlumuz olduğunu öğrendiğimde; ‘hayır, oğlumun hiç bir şeyi mavi olmayacak’ demiştim. Hani kız bebek olunca her şey pembe, erkek bebek olunca her şey mavi olur ya. O kadar çok renk varken maviye mecbur olmam diye düşünmüştüm ama evdeki hesap çarşıya uymadı oğlumun boncuk gözleri dahil birçok şeyi mavi oldu :)


Pinterestte pinlediğim bebek odaları telefonumda, başladım bebek mağazalarını, mobilyacıları gezmeye. Ama yok, benim pinlediğim hiç bir şey bu mağazalarda yok.  Hatta her mağazada birbirinin aynısı 4-5 alternatif var sadece markalar değişiyor. Bebek erkek olduğu için ya kaptan olmak zorunda, ya pilot ya da şoför, en iyi ihtimalle hayvan sever. Üstelik minicik bebeklere koca koca mobilyalar, neymiş efendim 18 yaşına gelince bile bu yatağa sığabilir, gardıroba kıyafetlerini asabilirmiş. İyi de ben bunlardan bir yatak bir dolap alsam odaya başka bir şey koyamam ki :( Ayrıca kim 18 yaşına kadar aynı bebek odasını kullanmış ki :)

Her mağazadan koca göbeğim önümde, asık suratla çıkıyor, oğlumun hayal ettiğim gibi bir odası olmayacağını düşündükçe suratımı daha bir asıyordum. Aslında istediğim bulunmaz hint kumaşı seviyesinde bir tasarım değildi; düz, beyaz, sade hatta sapsade, oğlum gibi minicik şeyler arıyordum. Sonunda aradığımı, mobilya için değil aksesuar için baktığım yerde, evet doğru bildiniz ‘evimizin her şeyi ikea’ da buldum. Sadece bir bebeğin ihtiyacı olanlar, ihtiyacı olabilecek boyutta tasarlanmış, ne eksik ne fazla. Biz karyola ve gardıropta Hensvik serisini, şifonyerde ise Malm serisini tercih ettik. Aynı serilerin enine ve boyuna farklı boyutları da var, mutlaka içlerinden biri evinizdeki boşluklara cuk diye oturcaktır.


Mobilyaları bulunca biraz moralim toparlanmıştı. Hemen sonra pinterestte gördüğüm pastel boyalarla boyanmış gibi ev motifleri ile huzur veren duvar kağıdını tesadüfen Evmanya’da buldum. Sonra Modoko’daki çocuk mobilyalarını gezerken aklımın bir köşesine yazdığım Meltem Mobilya’daki emzirme koltuğu da odamıza eklenip, bir de babamız duvarlarımızı soft bir mavi tonu ile boyayınca ‘evet’ dedim, ‘galiba olacak bu iş’ :)

Aklında soru işareti olanlar için minik bir parantez açmak istiyorum; emzirme koltuğu konusunda gerekli mi gereksiz mi diye çok kararsızdım. Odamız zaten küçük olduğu için gereksiz ufak bir parça bile olsun istemiyordum. Ama değil Ali Mete’nin odası için, evimiz için en gerekli şeymiş meğersem. Çok rahat çok! Bir emzirme koltuğundan çok daha fazlası, inanılmaz dinlendirici. Evde sıraya giriyoruz koltuğa oturmak için :)  (Bu baya uzun bi’ parantez oldu :) )


Gardırop kulplarımızı Zara Home’daki mavi yıldız kulplar ile değiştirdik.  Emzirme koltuğumuzun yanındaki boşluğu ise yine Ikea’nın Hemnes serisinden zarif bir komodin ile tamamladık.


Yatak koruyucumuzun kumaşını yine duvar kağıdı gibi ev motifleri ağırlıklı bir modelden tercih ettik, kumaşı Pastela Home’dan aldık, Ali Mete’nin halası onun için özenle dikti hatta kalan kumaş parçalarından karyolaya aksesuar olarak iki de şirin papyon dikti :)



Ardından hamileliğimin başından beri hediye gelen minik sevimli aksesuarları sergilemek için duvar rafı arayışına girdim. Ancak ne model olarak beğenebildim, ne de ölçü olarak aksesuarlarımıza uygun bir ölçüde bulabildik. Yine pinterestte gezinirken biri iki katlı diğeri tek katlı iki minik ev şeklinde raf gördüm. Dümdüz, beyaz hiçbir özelliği olmayan iki ev ama sanki yuva gibi, o kadar beğendim ki. Beğendim beğenmesine ama satışını yapan bir site bulamadım. Aksesuarlarımızın sığabileceği boyutları hesaplayıp özel yaptırabileceğim bir yer arayışına girdim. Bulduğumda da rafları yaptırmakla kalmayıp hayalimdeki avizeyi de yapmaları ile mutluluktan ayaklarımın yerden kesilmesi bir oldu :) Raf için gösterdiğim görselin aynısını, istediğim ölçülerde yaptılar. Ama avize aşaması gerçekten çok keyifliydi. Duvar kağıdındaki ev motiflerinin benzerlerini çizdik, önce daire, sonra kare derken altıgen bir boyutta karar kıldık. Sonra parçalar yapışmış ve ahşap rengi olarak  avize ve rafları teslim aldık, onları beyaza çevirmek ise babamıza kaldı. Sonucunda ışıklar yandığında çok tatlı ışık saçan yuva gibi bir avizemiz oldu. Evet, dünyanın en iyi avize tasarımı ortaya çıkmadı ama ne yalan söyleyeyim bu avizeden sadece ve sadece oğlumun odasında olduğu düşüncesi beni mutlu ediyor :)


Evlilik hazırlığı yapanlar bilir her şey alınır, bulunur, dizilir ama iş dünyanın en zor seçimleri olan avize ve halıda tıkanır. Avizeyi, rafları yapan cnc ustamız çözdüğünden tek sorunumuz halı kalmıştı. Tabiki hayal ettiğim halıyı baktığım çocuk halıları arasında bulamadım, onu da özel yaptırabileceğim bir yer arayışına girdim. Yine pinterestte beğendiğim bir modelin sadece renklerini değiştirerek odada boş kalan alanın ölçüsüne göre Model Halı’ya yaptırdık. Tam istediğimiz gibi ve çok kısa sürede teslim ettiler.


Sıra geldi tül ve perdeye. Odada birçok şey hareketli olduğu için tülü dümdüz klasik beyaz olanlardan tercih ettim. Perde ise birkaç kez internetten sipariş verip, fotoğrafta göründüğü gibi olmadığı için iade ettikten sonra kumaş seçip özel diktirmeye karar verdim. Gri-beyaz puantiyeli bir kumaş seçtim, artan kumaşlarla dikilen iki minik yer minderi de bonus oldu.


Odanın diğer eksiklerini tamamlamak en kolayı oldu çünkü zaten Ali Mete henüz yokken, hatta fikri bile ortada yokken bir çocuğum olduğunda doğum panosunu Sevgili Özge Hürcan’a yaptıracağıma ve Sevgili Ayşegül Özdemir’in fotoğrafladığı yenidoğan fotoğraflardan minik kanvas tablolar yaptıracağıma karar vermiştim. :)   Kanvas tabloları Plus Canvas’ta yaptırdık ve bu duvarı doğum panosu gibi halat askısı olan English Home’dan aldığımız beyaz bir yıldız ile tamamladık.



Yerdeki son iki eşyamızdan kirli sepeti Koçtaş’tan, beyaz çuval ise Ali Mete’ye halasının Chakra’dan aldığı banyo havlusunun hediye paketi :) İçini Ali Mete’nin küçük kıyafetleri ile doldurup, bağcığını bağladım ve yere bıraktım çünkü sadece bir hediye paketi olmak için fazla tatlıydı :)

Ve sonunda bitti. Başlarken hiçbir şey mavi olmayacak dediğimiz odamızı mavi, beyaz ve gri tonları ile dekore ettik. Tabi bu arada Ali Mete 4 aylık minik bir adam oldu J İşte burası evimizin en huzurlu odası, Ali Mete’nin mekanı oldu..

Not: Yukarıda okumuş olduğunuz post Zeynep'in Evi için hazırlanmış ve orada yayınlanmıştır. 



2 Aralık 2015 Çarşamba

Elmalı Atom Kurabiye

Nice aylardan sonra ellerimle kurabiye yaparım da tarifini -bi' hafta gecikmeli de olsa- blogalamaz mıyım? Sonuçta bu herhangi bu kurabiye değil, Sevgili Met'e rağmen yapılabilen bir kurabiye :)

Bu mis kokulu tarifimi ig annelerine ithaf ediyorum:) Hani şu jojukuylan bitmeyen tükenmeyen bir sabırla, şefkatle ilgilenen, en organik ham maddelerle en besleyici mamaları yapan, 2 kilo bile hamilelikten kalan kilo barındırmayan, evi tertemiz, saçı fönlü, dudağı rujlu, manikürü hiç bozulmayan, (buraya kadar herşey tamam da, buradan sonrasını cidden kıskanıyorum. kıskanmak az kalır, bildiğin çatır çatır çatlıyorum) ve jojukunu uyutup, kitabını alıp, kahvesini köpürtüp #annekahvesi  #annesaati gibimtrak hastag'ler eşliğinde fotoğraf paylaşan anneler varya, hah işte onlara ithaf ediyorum. Mükemmel jojuklarınızı uyutunca kahvenin yanına yaparsınız :) Ben mi? Eve gönüllü bi bakıcı geldiğinde tekrar deneyeceğim çünkü 'tipim şekil, önümden çekil' tadında bi' kurabiye oldu.  #bayıldımmmm kısaca :)

Bu arada siz yoksa limon sıkacağı ile sadece limon mu sıkıyorsunuz kuzum? Biz jojukumuzu uyutamıyor olabiliriz ama limon sıkacağından kurabiye yapabiliyoruz ayıptır söylemesi :) Kurabiyelere bu şekli verebilmek için öncelikle plastik veya porselen ama arkası daha doğrusu içi limon dilimi gibi şekilli bir kurabiye sıkacağı edinmeniz gerekiyor. Kardeşimdeki limon sıkacağının arkası dilimli değil, onunkiyle yapamadık o yüzden özellikle belirtmek istedim bunu. Sonra yok efendim biz yaptık da dilimli olmadı, düz üçgen oldu da, bu tarif yanlış da vay efendim eksik tarif vermiş de gibi şeyler söylerler neme lazım. 

Gelelim tarife;

Malzemeler:
  • 150 gr yumuşamış tereyağı veya margarin
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 1 paket vanilya
  • 1 yumurta
  • 1 paket kabartma tozu
  • Aldığı kadar beyaz un
İç malzemesi
  • 2 adet rendelenmiş elma
  • 1 çay bardağı iri kıyılmış ceviz
  • 2 yemek kaşığı kuş üzümü
  • 1 tatlı kaşığı tarçın
Üzeri için;
  • Pudra şekeri
(iç malzemeyi damak tadınıza ve hayal gücünüze göre değiştirebilirsiniz, kuru meyvelerden oluşan bir tarif de görmüştüm mesela. )

Un ve kabartma tozu hariç tüm malzemeleri çırparak krema kıvamına getiriyoruz, ardından un ve kabartma tozunu ekleyerek yumuşak bir hamur olana kadar yoğuruyoruz. Hamurumuz dinlenirken iç malzemeyi hazırlıyoruz. İç malzemeyi bazı tariflerde pişiriyorlar ama ben pişirmeden kullandım.

Limon sıkacağının içini fırça yardımıyla sıvıyağ ile yağlıyoruz, sonra iç kısmını streç film ile kaplıyoruz ve bir bardağa ters şekilde oturtuyoruz. Dinlenen hamurdan ceviz büyüklüğünde bir parça kopararak, limon sıkacağının içine yerleştiriyoruz. Hamura parmağımızla basınç uygulayarak içini oyuyoruz, içli köfte gibi derinlik oluşuyor. Oluşan çukura yeterli miktarda iç harçtan ekleyerek çukurun dışına çıkan hamurlar ile kapatıyor, kalıptan çıkarıp ters bir şekilde fırın tepsisine yerleştiriyoruz. İlkini yaptıktan sonra 'amaaaan beee bunla mı uğraşcazzz' demeyin, ikinciyi daha hızlı yapacaksınız, üçüncüyü daha da hızlı. Sonra bir bakacaksınız, hamur bitmiş, koca bir tepsi çok tatlışko kurabiyeleriniz olmuş :)

Tüm kurabiyelerinizi hazırladıktan sonra önceden 175 derecede ısıtılmış fırında altları kızarana kadar pişiriyoruz. Soğuduktan sonra pudra şekeri ile süslüyoruz. Yanına bir de bol köpüklü kahve :)

Afiyet olsun...














8 Kasım 2015 Pazar

Pardon, bi' bakar mısınız Hakim Bey?

Ben ne zaman uyuyacağım Hakim Bey? Yani tam olarak ne zaman? Kamu oyu araştırması yaptık, bir sonuca varamadık. Bi' arkadaşımın kardeşi 27 ay uyumamış, komşunun oğlu 4 yaşına kadar uyumamış, geçen biriyle tanıştım, oğlu 9 yaşındaymış, hala uyumuyormuş, afedersiniz ama ''yok artık, oha!!!!' dedim Hakim Bey.

Gelecek korkutuyor, hiç ışık yok, kapkaranlık Hakim Bey. Gece karanlık, karanlıkta bana bakan çift mavi boncuk parlıyor, bazen agresifleşiyor, emziğini fırlatıyor, uyku arkadaşını yataktan atıyor.. Çaresizim, çok çaresizim Hakim Bey. Bir tarih verseniz de, şafak saysam bari Hakim Bey.

Bu küçük adam niye uyumuyor Hakim Bey? Sabahın köründe uyanan anası yüzünden mi? Sabaha kadar yatmayan babası yüzünden mi? Teyzemin yengesinin küçük gelinin eniştesinin halasının kızının dediği gibi gürültüye alıştırmadım diye mi? Odasının tam karşısındaki parkan gelen çocuk çığlıkları yeterli değil miydi? Peki neredeyse evimizin içinde yapılan sağlık ocağı inşaatından gelen sesler? Saç kurutma makinası da açtıydım ama demek ki olmamış Hakim Bey. Peki çok mu geç kaldık? En başa dönsek? Erzincan halk oyunları ekibi ile davul-zurna team getirtsek başına yine olmaz mı? Bi' telafisi yok mu bu işin Hakim Bey?

Vallahi ne yapacağımı bilemiyorum artık Hakim Bey. Kader diyip kan çökmüş gözlerimle, elimi böğrümde birleştirip, yerime mi otursam? Ferber'in dediği gibi ağlayarak mı uyutsam? Kim West'e kulak verip şefkat mi göstersem? Tracy teyzeye uyup yatır-kaldır yaparak şaşkına mı çevirsem? Gözümü karartıp uyku kliniğine mi yatırsam?

Uzmanlar derdimize deva olmayınca halka da sorduk Hakim Bey.
Sıcakta uyumaz, kesinlikle oda sıcaklığı 21 derecenin altında olacak dediler, kombiyi kapattık yine uyumadı.
Soğukta uyumaz dediler, 2.5 tog uyku tulumu giydirdik, yine uyumadı.
Açken uyumaz dediler, dayadık mamayı yine uyumadı.
E karnı davul gibi şişerse tabi uyumaz dediler, yemekten 2 saat sonra yatırdık yine uyumadı.
Beyaz gürültü açın dediler, inkar edemem, onunla biraz uyudu ama ben daha yastığa başımı koymadan yine uyandı.
Uyutmaya çalışma, yorulunca sızar kalır bi' yerde dediler, inanmayacaksınız ama yine olmadı,sızmadı,kalmadı bi' yerde Hakim Bey.
Uyku öncesi ılık suda yıkayın dediler, banyo sonrası masaj yapın dediler, ışıkta uyumaz, blackout perde takın dediler, ayy olur mu karanlıkta ürker yavrucak, loş bi ışık açın dediler, arabayla gezdirin, motor sesinde uyur dediler, parka götürün, çayırda çimende uyur dediler, ek gıdaya başlasın uyur dediler, yogurt ver uyku yapar dediler. Neler dediler neler.. Neler denedik neler.. Olmadı, uyumadı, uyumadık Hakim Bey.

Bazıları tarih de verdiler. Kırkı çıksın uyur dediler, 3 ay bitsin uyur dediler, sihirli 100 gün dediler, 6. ay dönüm noktası dediler. Biz o noktayı da geçtik, doğum günümüze doğru hızla ilerliyoruz ama yaşından başından da utanmıyor. Bildiğiniz uyumuyor Hakim Bey. Tatlı tatlı anlattım, bak oğlum uyumak ayıp değil, sen de insansın, hadi uyu, zaten ben kimseye söylemem, sen bi' uyu, söz aramızda kalacak dedim. O kadar dil döktüm, ikna edemedim Hakim Bey.

Ama bu iş böyle olmuyor. Onun gelmese de benim uykum geliyor Hakim Bey. Biz bu işi çözemedik. Bir de siz konuşsanız, belki sizden çekinir yatar uyur Hakim Bey. Hani siz bi' kulağını çekseniz, yola gelir sanki ama siz yine de çok acıtmayın Hakim Bey. Siz onun kulağını çekseniz, benimki acır yeminle. Sonuçta evlat işte Hakim Bey. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Aslında satma kısmını bir ara düşündüm de, ele güne ne diyeceğiz Hakim Bey. Bakamadılar bi' bebeye diye yuhlarlar alimallah. Hem aslında iyi biri, ailecek seviyoruz da kendisini ama işte bi kusuru var, u-yu-mu-yor!

Bi' uyusaydı iyiydi Hakim Bey..
Neyse ben gidip bi daha deneyeyim Hakim Bey, daha sabaha çok var.

Dilimde yine aynı şarkı;
uykusuz her geceeeeee
yorgun ölesiyeeeeee
sabahlarım bazen günlerceeeee
anneme eziyet olsun diyeeeeee
(sağolsun Ajda'da eşlik ediyor vokalde:)

24 Temmuz 2015 Cuma

Ali Mete ile Sihirli 100 Gün :)


Çocuk sahibi olmak bana hep çok uzak ama hep çok yakın gelirdi. Bir yengeç burcu olarak mutlaka günün birinde anne olmak istiyordum ama bir taraftan da kafamda oturtamamıştım bi' türlü. Hamileliğimin son günlerinde bile eşimi ve kendimi anne-baba olarak, kucağımızda bebekle, evdeki yaşamımızı üç kişi olarak hayal edemiyordum. Hatta hamileyken mağazalarda gezinirken vitrine yansıyan göbeğimi görünce birden irkilirdim, o göbeğe bile, Ali Mete'nin karnımda olmasına bile alışamamışken birden bire sihirli 40 hafta bitmeden 39. haftamızda Ali Mete hayatımıza girdi.

9 ay boyunca hep hakkında konuştuğumuz, hayaller kurduğumuz, espriler yaptığımız Ali Mete artık gerçekti, canlı, kanlı minicik bir adam olarak karşımızdaydı. Ne tuhaftı. Bu bizim miydi şimdi? Hep bizimle mi yaşayacaktı? Çok da minikti. Nasıl giydirip, soyacaktı ki? Hastanedeki Nazan hemşire de bizimle eve gelseydi olmaz mıydı? Neden böyle ağlıyordu? Bir derdi varsaydı söyleseydi. Gözleri de maviydi, kucağımda gören benim çocuğum olduğunu da düşünmezdi, arkadaşımın falan sanırdı. Ama hep hayal ettiğim gibi eşime benziyordu, onun kucağında gören tıp demiş burnundan düşmüş derdi :) Acaba en çok kimi sevecekti? Nasıl biri olacaktı? Her sabah uyandığında 'anneciğim seni çok seviyorum' diye boynuma sarılacak mıydı? Koç burcu çok zor demişlerdi, gerçekten öyle miydi?Büyüdüğünde iyi anlaşacak mıydık? Peki ben ne zaman torunumu kucağıma alacaktım? 'lara kadar uzayan bir dünya soru kafamda dönüp dururken Ali Mete ile birlikteliğimizin 14. gününde çılgınlar gibi ağlamaya başladığında hayatımın en yorgun, en uykusuz, en bitkin dönemi; Ali Mete ile 24 saat yapışık omuz omuza günlerimiz başlamıştı. Artık ne bugünü ne yarını düşünmeye vaktim vardı. Maalesef sevgili bebeğimiz kolik seviyesinde, Tuba teyzesinin deyişiyle efsane bir gaz-man olmuştu.

Doktorumuz, 'bu bir süreç, idare edeceksiniz. zamanla geçer' deyince hemen başka doktorlar aramaya başlamıştım bile. Çünkü adeta ciğerini söküyorlarmış gibi bağırınıp, mosmor kesilmesi hiç de idare edilecek bir durum değildi. Ancak farklı doktorlar da aynı şeyleri söyledi. 'Gazdır geçer.' ve hepsi aynı soruyu sordu, 'stresli bir anne misiniz?' pardon ama bebeğim ağlarken nasıl cool takılabilirim?

Neyse.. Doktorlardan umduğumu bulamayınca eczanelere dadandım. Piyasadaki bütün gaz damlaları, prebiyotik damlalarını, bitkisel şurupları tek tek deniyorduk, bize iyi gelecek olanı bulabilme ümidi ile. Bir taraftan da uzak-yakın çocuğu olan herkese ''sizinkinin de gazı var mıydı?'' diye başlayan yapışma halleri. Aklıma yatan her şeyi denedim. Sonuç hep aynıydı: bu bir süreç, geçecek. Peki ama ne zaman? 40'ı çıkınca geçer dediler geçmedi. 2. ayda azalır dediler azalmadı. 3 ayda biter dediler bitmedi. En son sihirli 100 gün efsanesini duydum. 101. gün bebeğin bambaşka biri olacak dediler. Dün 100. günümüzü tamamladık ve bugün 101. güne bambaşka biri ile değil, bildiğimiz Ali Mete ile başladık. Önümüzdeki hedef 6. ay :)


Bebek bekliyor veya planlıyorsanız, sizi ürkütmek istemem ama geçirdiğimiz 100. günden en çok aklımda kalanları paylaşayım ki siz de benim gibi doğar doğmaz size gülücükler saçacak bir bebek bekliyorsanız, gerçeklerle önceden yüzleşin, hazırlanın, hayal kırıklığına uğramayın..

  • Eğer bir kolik annesiyseniz (ve bebeğinize yalnız bakıyorsanız) çoğu zaman iki eliniz, bazen de tek eliniz dolu olacak. Yani en iyi ihtimalle artık tek el ile hayatınıza devam edecekseniz bir süre. Ama bir anne gücü ile tek eliniz ile başardıklarınıza inanamayacaksınız. Yine de çok basit ihtiyaçlarınızı tek el ile başaramadığınız, çaresizce eşinizin işten gelmesini bekleyeceğiniz günler olacak. Damacanadan su doldurmak, elma yıkamak, askıdan kağıt havlu koparmak, ilaç kapağı açmak gibi
  • Eğer bebeğiniz slingde veya kangruda duruyorsa çok şanslısınız, kıskanılacak insansınız hatta. Hayata eskisi gibi olmasa da yine de insan gibi devam edebilirsiniz. 
  • Eğer çocuğunuzun gazı yoksa veya sırtına iki vurunca gazını çıkarıyorsa seçilmiş insanlardansınız, çok şanslısınız çoookkk.
  • Birçok anne-baba; 'çocuk bakmak gerçekten çok çok çok zor ama bir gülümsemesiyle bütün her şeyi unutuyorsun, yorgunluğun, uykusuzluğun yok oluyor' der. Ama yok öyle bir şey! Unutulacak şeyler yaşadığınız günlerde çocuk zaten gülmeyi bilmiyor, öylece bakıyor, üstelik yüzüne bile bakmıyor, havaya falan genelde..
  • Herkes sizden daha iyi çocuk bakmayı biliyor, bunu kabul edin ve gocunmayın. Mesela damacana suyumuzu getiren amca gazı olduğunda kolunuza yatırıp sırtına pıt pıt diye vurmamı, güvenlikteki amca ise havlu ısıtıp karnına koymamı tavsiye etmişti. Hay Allah! Bunlar benim nasıl da aklıma gelmemişti(!) Marketteki teyzelerin altın değerinde tavsiyelerinden bahsetmiyorum bile. 
  • Bebeğimiz olmadan önce etrafımızdaki çocuklu aileler, ''bebeğiniz doğduğunda keşke daha önceden yapsaydım diyeceksiniz, ertelediğiniz için pişman olacaksınız'' derlerdi. Yok öyle bir şey! Şu anda Ali Mete bizimle olduğu için çok mutluyum, her gün, her an bunun için şükrediyorum ama erkenden yapmaya da gerek yokmuş. Evlendikten 3.5 yıl sonra bebeğimiz doğdu ama sanki evlenir evlenmez bebek olmuş gibi hissediyorum, öncesini hiç hatırlamıyorum. Seyahatlerimizi, kahvaltılarımızı, pikniklerimizi, evde boş boş uzanmalarımızı, tv izlemelerimizi, okuduğum kitapları, bebekten öncesini hiiiiç hatırlamıyorum.
  • Umarım bebeğiniz, bir bebeğe yakışır gibi saatlerce uyur. (Bir yenidoğanın günde 20 saat uyuması gerekiyor ortalama.) Eğer uyumazsa da umarım uykusuzluğa benden daha dayanıklısınızdır. Yoksa beşiğe koyduğunuz bebeği kendi yatağınızda aramak, bebek ağlarken dönüp eşinizi pışpışlamak, bebek uyanınca yataktan doğrulup emzirme pozisyonu almak ama bebeği kucağınıza almadan tekrar uykuya dalmak gibi minik saçmalamalar yapabilirsiniz.
  • Etraftan şunu çok duymuşsunuzdur; '' çocuk yapmadan bol bol gezin, hayatın tadını çıkarın'' Ben de şunu söylüyorum; ''Çocuk yapmadan önce bol bol duş alın, yavaşça sakin sakin yemek yiyin, insan gibi uyuyun. Kısaca temel insani ihtiyaçlarınıza yoğunlaşın. Çünkü en çok bunları özleyeceksiniz, gezmeyi tozmayı değil.
  • Lohusa depresyonu hikaye, yok öyle bir şey.İnsan hayatının hangi döneminde 24 saat çalışır, aç kalır, susuz kalır, tuvalete gidemez, duş alamazsa bunalır, daralır, depresyona girer doğal olarak. Bunun için çocuk doğurmaya gerek yok. 
  • Keşke acil durum valfi veya açma-kapama düğmesi olsa dediğiniz saatler, günler, geceler de olacak. İhtiyaç anında bi kapatabilsem, on dakika kafamı dinlesem dediğiniz de.. Üzgünüm, yok öyle bi şey!
  • Hayatımın bazı dönemlerinde çok çalıştığım, yorulduğum, uykusuz kaldığım da oldu ama 24 saat bebek bakmanın yorgunluğu hiç bir şeye benzemiyor. Öyle sırtınız, ayaklarınız, beliniz falan değil. Kemikleriniz, damarlarınız, damarlarınızın içinde dolaşan kanınız bile yoruluyor. Ama maalesef mola yok:(
  • Kendinizi kopyalamak isteyeceksiniz. Hem de bir-iki değil minimum beş adet. Üç tanesi sekizer saatilik vardiyalarla bebek bakması için (ki 8 saat bile çok uzun), bir tanesi yapılacak diğer işlerin peşinde koştursun, diğeri de hayatını yaşasın. Aslında altı kopya yapıp, sonuncusunu da dinlenmek ile görevlendirebilirsiniz :)
  • Arada bir kucağınızda bebekle, süt ve kusmuk lekeleriyle dolu t-shirtünüze ve lohusa topuzunuza bakıp şunu söyleyeceksiniz: 'Baba olmak istiyorum!' Eğer evlat sahibi olmak istiyorsanız en temizi bu; baba olmak!
Sonuç olarak kendinizi bebek sahibi olmaya ne kadar hazır hissederseniz hissedin, eğer ilk çocuğunuzsa veya daha önce çocuk bakmadıysanız kamyon çarpmış gibi olacaksınız. Hiç birşey  planladığınız gibi, hayal ettiğiniz gibi olmayacak maalesef. 

Ama ne olursa olsun, çocuk sahibi olmak çok güzel, çok farklı, hiçbir şeye, hiç kimseye duyduğunuz sevgiye benzemiyor. Merhametiniz, vicdanınız yüze hatta bine katlanacak. Kendinizi, kalbinizi yeniden keşfedeceksiniz. Anne olmak çok arabesk bi' şey, arabesk tarafınızı keşfedeceksiniz. Kendinizi 'kurban olayım ben sana ' falan derken yakalayacaksınız :):):)  Mesela siz hiç yanınızda hatta kucağınızda olan birini sevmeye doyamayıp, telefonunuzdan fotoğrafını- videosunu açıp ikisini aynı anda sevdiniz mi? Onu sevmeye kalbiniz yetmeyecek, ciğerlerinizden de destek alacaksınız:) Allah isteyen herkese nasip etsin..Ne demişler; evlat başka!

Bu arada emzik denen şey iyi ki var, kundak ise yüzyılın icadı. Buradan her ikisini de bulanlara şükranlarımı sunarak, okuyan herkese sevgilerimi yolluyorum :) 

Mutlu haftasonları diliyorum..








10 Mart 2015 Salı

Yufkada Köfte Kebap

Özel misafirleriniz için çok şık bir ana yemek, yanına bir de domatesli pilav yaptınız mı ohhh misss diyorum :)

Bu tarifin en çok sevdiğim yanı ise önceden hazırlayıp, tepsiye dizip buzdolabında saklayabiliyorsunuz birkaç saat, hatta ben bazen bir gece önceden hazırlıyorum. Misafir gelmeden hemen önce atın fırına taptaze sıcacık servis edin.


Malzemeler; (4 kişilik)
  • 2 adet yufka
  • 300 gr orta yağlı dana kıyma
  • 1 kuru soğan
  • 2 diş sarımsak
  • 1 tutam maydanoz
  • Karabiber
  • Tuz
Sos için;
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • 1 tatlı kaşığı tereyağı
  • 1 çay bardağı su
  • Tuz
Yanına servis etmek için; yoğurt, fırınlanmış biber ve domates. 
Pişirmek için ahşap ince şiş. ( Marketlerde kasap veya piknik reyonlarında bulabilirsiniz.)



Soğan ve sarımsakları rendeliyoruz. Maydanozları ince ince doğruyoruz. Bunları derin bir kaba alıp, kıymayı ve yufka haricindeki diğer malzemeleri ilave ederek yoğuruyoruz. 

Yufkalardan birini tezgaha serip, geniş tarafı bize doğru bakacak şekilde ikiye katlıyoruz. Köftenin yarısını geniş tarafa ince bir şerit şeklinde yayıyoruz ve yufkayı rulo yapıyoruz. Eşit kalınlıkta 20 dilime bölüyoruz. Köftelerimizi her bir şişe 5 adet olacak şekilde 4 şişe diziyoruz ve fırın tepsisine yerleştiriyoruz. Aynı işlemi diğer yufka ile kalan köfteden yapıyoruz. Toplamda 8 şişimiz olacak.

Şişlerin üzerine biraz zeytinyağı damlatıp, tepsideki boşluklara domates ve biberleri yerleştirerek önceden 180 derecede ısıtılmış fırında 30-35 dakika kadar pişiriyoruz. 

Köfte kebap pişerken bir taraftan küçük bir sos tenceresinde tereyağı ve salçayı kavuruyoruz. Üzerine suyu ve tuzunu ilave edip yoğunluğunu açıyoruz.

Pişen şişlerimizden iki adet servis tabağına alıyoruz. Yanına iki kaşık yoğurt, domates ve biberi ekliyoruz. Sosumuzu köftelerimizin ve yoğurdun üzerinde gezdiriyoruz.

Sunumuna da lezzetine de herkesin bayılacağına emin olabilirsiniz :)

Afiyet olsun..








9 Mart 2015 Pazartesi

Bi' tatlı bi' tuzlu

İki yeni kurabiye..
Birinin görüntüsü özellikle çocukları cezbedecek, diğeri ise tam akşam üstü mide kazınmalarına ideal çözüm olacak.
Ve ikisi de o kadar çabuk tüketilecek ki fotoğraf çekmeye bile vaktiniz olmayacak benim olmadığı gibi :) Elimdeki çok da net olmayan iki fotoğrafla tariflerini yazıyorum yine de, ileride görselleri değiştirmek ümidiyle :)



Kuş Yuvası Kurabiye

Malzemeler;

Bu kurabiye için en önemli malzeme sarımsak ezeceği :) Ben ikea'dan bu linkteki ezeceği aldım, metal olduğu için daha dayanıklı olduğunu düşündüm. Plastik olanları da mutfak eşyası satan mağazalarda bulabilirsiniz ama kurabiye hamuru biraz sert olduğu için  kırılabilir.


  • 125 gr tereyağ veya margarin
  • 1 yumurta
  • 1 vanilya
  • Yarım paket kabartma tozu
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 2 yemek kaşığı kakao
  • 2-2,5 su bardağı un
Üzeri için; ben evdeki vişne reçelini kullandım. Siz istediğiniz herhangi bir reçel veya marmelatı, renkli pasta süslerini veya biraz daha günaha girmeyi göze alıyorsanız nutellayı kullanabilirsiniz.



Un hariç tüm malzemeleri karıştırın, ardından yavaş yavaş unu ekleyip ele yapışmayacak bir kıvam alana kadar yoğurun. Sarımsak eziciye ceviz büyüklüğünde bir parça hamur koyup, şeritler halinde çıkan hamuru yağlı kağıt serdiğiniz tepsiye daire şeklinde bırakın. Sonra ortasına elinizle veya minik bir kapak yardımı ile çukur açın. İç malzemeden uygun miktarda ekleyin. 170 derecede önceden ısıtılmış fırında 15 dakika pişirin.

Dereotlu Peynirli Tuzlu Kurabiye

Malzemeler;

  • 2 yumurta ( birinin sarısı üzerine sürülecek)
  • 100 gr yumuşamış tereyağ veya margarin
  • Yarım çay bardağı sıvıyağ
  • 1 su bardağı ezilmiş peynir
  • 1 tatlı kaşığı şeker
  • 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
  • Yarım demet dereotu
  • Peynirlerin tuzunun yeterli olmayacağınızı düşünürseniz bir miktar tuz
  • Aldığı kadar un
Un ve kabartma tozu hariç tüm malzemeleri karıştırın, yavaş yavaş unu ve kabartma tozunu ekleyerek yoğurun. Hamuru strech film ile sararak dolapta 20-30 dakika dinlendirin. Dinlenen hamurdan küçük parçalar kopararak dilediğiniz gibi şekil verin. Ben tırtıl kurabiye hamurunu kullanmayı tercih ettim. Tepsiye dizdiğiniz kurabiyelere fırça yardımı ile yumurta sarılarını sürün. 180 derecede önceden ısıtılmış fırında üzeri kızarana kadar pişirin.

Bu arada yanına çay demlemeyi unutmayın :)

Afiyet olsun, kilo olmasın :)